Yûsuf sûresi: aşkın hikâyesi
Gespeichert in:
1. Verfasser: | |
---|---|
Format: | Buch |
Sprache: | Turkish |
Veröffentlicht: |
İstanbul
Nefes Yayınları
Şubat 2021
|
Ausgabe: | 3. baskı |
Schriftenreihe: | Kur'ân-ı Kerîm Çalışmaları serisi
|
Schlagworte: | |
Online-Zugang: | Inhaltsverzeichnis |
Beschreibung: | Literaturverzeichnis Seite [427]-430 |
Beschreibung: | 438 Seiten |
ISBN: | 9786059901697 |
Internformat
MARC
LEADER | 00000nam a2200000 c 4500 | ||
---|---|---|---|
001 | BV047633095 | ||
003 | DE-604 | ||
005 | 20220120 | ||
007 | t | ||
008 | 211209s2021 |||| 00||| tur d | ||
020 | |a 9786059901697 |9 978-605-9901-69-7 | ||
035 | |a (OCoLC)1298746468 | ||
035 | |a (DE-599)BVBBV047633095 | ||
040 | |a DE-604 |b ger |e rda | ||
041 | 0 | |a tur | |
049 | |a DE-473 |a DE-11 | ||
084 | |a BE 8611 |0 (DE-625)10777: |2 rvk | ||
100 | 1 | |a Sargut, Cemalnur |d 1952- |e Verfasser |0 (DE-588)1247014487 |4 aut | |
245 | 1 | 0 | |a Yûsuf sûresi |b aşkın hikâyesi |c derleyen Cemâlnur Sargut |
246 | 1 | 3 | |a Aşkın hikâyesi |
250 | |a 3. baskı | ||
264 | 1 | |a İstanbul |b Nefes Yayınları |c Şubat 2021 | |
300 | |a 438 Seiten | ||
336 | |b txt |2 rdacontent | ||
337 | |b n |2 rdamedia | ||
338 | |b nc |2 rdacarrier | ||
490 | 0 | |a Kur'ân-ı Kerîm Çalışmaları serisi | |
500 | |a Literaturverzeichnis Seite [427]-430 | ||
630 | 0 | 7 | |a Koran |p Sure Yūsuf |0 (DE-588)4462771-3 |2 gnd |9 rswk-swf |
689 | 0 | 0 | |a Koran |p Sure Yūsuf |0 (DE-588)4462771-3 |D u |
689 | 0 | |5 DE-604 | |
856 | 4 | 2 | |m Digitalisierung UB Bamberg - ADAM Catalogue Enrichment |q application/pdf |u http://bvbr.bib-bvb.de:8991/F?func=service&doc_library=BVB01&local_base=BVB01&doc_number=033017439&sequence=000001&line_number=0001&func_code=DB_RECORDS&service_type=MEDIA |3 Inhaltsverzeichnis |
943 | 1 | |a oai:aleph.bib-bvb.de:BVB01-033017439 |
Datensatz im Suchindex
_version_ | 1814902903543955456 |
---|---|
adam_text |
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ. 21 YÛSUF SÛRESİ. 23 Hz. Yûsuf’un Hayatı. 27 ÂYETİ.31 1- “Elif lâm râ tilke âyâtu’l-kitâhi’l-mubîn(mubîni)’’ I Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, sana apaçık kitabın âyetleridir! Elif, Lâm, Râ.32 Kitâb-ı Mübîn. 37 ÂYET 2-3.45 2- “İnnâ enzelnâhu kur’ânen 'arabiyyen le'allekum ta’ktlûn(tak։lûne)”l Biz onu akıl erdirebilesiniz diye, bir Kuran olmak üzere Arapça olarak indirdik. 3- “Nahnu nakussu 'aleyke ahsene’l-kasası bi-mâ evhaynâ ileyke hazâ Ί-kur’âne ve in kunte min kablihi le-mine’l-ğâfılin(ğâfıline)”/ Sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu. ÂYET 4. 53 4- “İz kâleyûsufu li-ebîhiyâ ebeti inni ra’eytu ehade ’a¡era kevkeben ve-į-įemse ve-l-kamere ra'eytuhum lì sâcidîn(sâcidîne)” / Bir vakit Yûsuf babasına,
“Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar, dedi. Rüya 57
ÂYET 5. :. 5 5- “Какya büneyye lâ taksus rü’yâke 'alá ihvetikefe-yekîdû leke keydâ inne ş-ş,eytâne li-linsani adüvvün mübin”/ Babası, Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar, çünkü şeytan, insana belli bir düşmandır. ÂYET .71 6- “Ve kezâlike yectebîke rabbüke veyu allimüke miti te vili l-ehâdisi veyütitnmü ni metehu 'aleyke ve 'alâ âliya kübe ke-mâ etemmehâ ՝alâ ebeveyke min kablü ibrahîme ve ishâk inne rabbeke 'аіітпп hakim"/ “İşte böyle. Rabb in seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kûb soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabb’in her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” dedi. el-Hakîm. 81 ÂYET 7-18. 89 7- “Le-kad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun li-s-sâilin(sâilîne) " / And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinde (almak) isteyenler için ibretler vardır. 8- “tzkdlû le-yûsufu ve ahûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbetun, inne ebânâ le-fi dalâlin mubin(mubînin)’’l (Kardeşleri) dediler ki: “Yûsuf’la kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz
kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanhşhk içindedir.” 9- “Uktulû yûsufe ev itrahûhu ardan yahlu lekům vechu ebîkum ve tekûnû min ba’dihi kavmen sâlihin(sâlihine)”/ (Aralarında dediler ki:) “Yûsuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!” 10- “Kale kâilun minhum lâ taktulûyûsufe ve elkûhufiğayâbeti’l-cubbiyeltekıthu ba'du s-seyyârati in kuntum fâ՛ilîn(fâ՛ilme)՝’! Onlardan biri, “Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün).” dedi. 11- Kālu yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ 'alâ yûsufe veinnâ lehu le-nâsıhûn(le-nâsıhûne)” I Dediler ki: Ey babamız! Sana ne oluyor da Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. 12՜ Ersilhu me ana filden yerta՝ ve yel'ab ve innâ lehu le-hâfizûn(le-hâfizûne)” / Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz.” 13- ‘Kale inni le-yahzununi en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehu z-zi ’bu ve entum anhu ğâfilûn(ğâfilûne) / (Babaları) dedi ki: “Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.” 14- Kālu le-m ekelehu z-zı’bu ve nahnu 'usbetun inná izén le-hâsirûn(le hâsirûne)”/ Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.”
15- "Fe-lemmā zehebû bibi ve ecme'û en yecalûhufi ğayâbeti’l-cubb(cubbi), ve evhaynâ ileyhi le-tu.nebbienn.ehum bi-emrihim buzu ve bum lâyefurûn(yefurüne)nl Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yûsufa, “And olsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin.” diye vahyettik. 16- Vecauebâhum ifién yebkunlyebkûne) / Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. 17- Kālu yâ ebânâ inna zebebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe 'inde metâ'ınâ fe-ekelebu z-zi'bu, ve mâ ente bi-mu’minin lenâ ve lev kunná sâdikîn(sâdik։ne)” I “Ey babamız!” dediler, “biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yûsufu eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.” 18- Ve câu alâ kamısıbî bi-demin kezib(kezibin), kale bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe-sabrun cemîl(cemîlun), vallâhu l-muste՝ânu 'alâ mâ tas։fûn(tastföne)”/ Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Ya’kûb) dedi ki: “Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah’tır.” ÂYET 19-21. 117 19- “Ve câet seyyâratun fe-erselû vâridehum fe-adlâ delvehu, kale yâ buşrâ hâzâ ģulām(ģufimun), ve eserrûhu bidâ'aten, vallâhu 'alîmun bi-mâya'melûnfya'melûne)”/ Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yûsuf’u görünce) “Müjde! İşte bir
oğlan!” dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. 20- “Vé şerevhu bi-semenin bahsin derâhime ma՝dûdetin, ve kânû fîhi mine’zzâhidm(zâhidine)”I (Kafile Mısır’a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi. 21- “Ve kale llezîfierâhu min mısra li-mraetibî ekrimî mesvâhu ՝asâ en yenfe'anâ ev nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li-yûsufe fi l-ardı ve li-nu'allimehu min te’vílľl-ehádis(ehádísi), vallâhu ğâlibun 'alâ emrihî ve lâkinne eksere’n-nâsi lâ ya՝lemun(ya՝lemune)”/ Mısır’da onu satın alan adam, karısına dedi ki: “Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.” İşte böylece (Mısır’da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yûsuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. ÂYET 22-29. 137 22- “Ve lemmā beleģa eşuddehû âteynâhu hükmen ve 'ilmâÇilmen), ve kezâlike neczî l~muhsmm(muhsin։ne)" I (Yûsuf erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız. 23- “Ve râvedethu ileti huvefi beytihâ an nefsihi ve ğalUkati Ч-ebvâbe ve kâlet hey te leke, kăle ma՝ âzallâhi innehû rabbí ahsene m esvây (mesvâıye), innehu lâyuflihu z-zalimûn(zâlimûne) I Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!”
dedi. O da “(Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz! dedi.
24- “Ve le-kadhemmet bihî ve hemme hihâ, lev là en ra â burhâne rabbihi, kezâlike li-nasrife 'anhus-sûe ve l-fahşâe, innehu min ibâdinâ l-muhlesîn(muhlesine)"l And olsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabb’inin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti, işte böylece biz, kötülük ve fuhşu
ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz, o ihlâslı kullarımızdandı. 25- “Ve-stebekâ l-bâbe vekaddetkamisahu min duburin veelfeyâseyyidehâ ledâ’l-bâb(bâbi), kakt mâ cezâu men erâde bi-ehlike sûen illâ enyuscene ev azâbun elîm(elîmun)”/ İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun
gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!” 26- “Kale hiye râvedetni an nefsi ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamisuhu kudde min kubuliņ
fe-sadakat ve huve mine’l-kâzibîn(kâzibine)”/ Yûsuf, “Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi.” dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, (Yûsuf) yalancılardandır.” 27- “Ve in kâne kamisuhu kudde min duburinfe-kezebet ve
huve mine’s-sâdikîn(sâdikine) ” / Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise (Yûsuf) doğru söyleyenlerdendir.” 28- “Fe-lemmâ ra’â kamisahu kudde min duburin kale innehu min keydikun(kunne), inne keydekunne 'azimÇazimun)”/ (Kocası, Yûsuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış
olduğunu görünce, (kadına): “Şüphesiz,” dedi; “bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.” 29-
“Yûsufu arıdan hâzâ ve-stagfirî li-zenbiki, inneki kunti mine'l-hâtıin(hâtıîne)’’l “Ey Yûsuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun.” ÂYET 30-33. 161 30- “Ve kale nisvetun fi l-medîneti mraetu’l-azîzi turâvidu fetâhâ an nefsihî, kadşegafehâ hubbâ(hubben), innâ le-nerâhâ fi dalâlin mubîn(mubînin)”! Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: “Aziz’in karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yûsuf’un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.” 31- 'Fe-lemmâ semiat bi-mekrihinne erselet ileyhinne ve a'tedet lehunne muttekeen ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâUti hruc aleyhinn(aleyhinne), fedemmâ raeynehû ekbernehu ve katta ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ (beşeren), in hâzâ illâ melekun kerîm(kerimun) / Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara davetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Onlardan her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yûsuf’a), “Çık karşılarına!” dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: “Hâşâ Rabb’imiz! Bu bir beşer değil. Bu ancak üstün bir melektir!” 32- Kâletfe-zâlikunne llezî lumtunnenifihi, ve lekad râvedtuhu an nefsihîfe-sta'sam(festa'same), vele-in lemyefalmââmuruhule-yuscenenne vek-yekûnen mine’s-sâğ։rin(sâğmne)" / Kadın dedi kı: işte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben Onun
nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. And olsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!”
33- Kale rabbi s-sicnu ebãbbu ileуує mimma yed' uneni ileyhi, ve illâ tasrif 'anni keydebunne asbu ileyhinne ve екип mine’l-câhilîn(câhilîne)’’l (Yûsuf:) “Rabb’im! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve câhillerden olurum!” dedi. ÂYET 34-36. 34- Fe-stecâbe lehu rabbuhûfe-sarafe anhu keydehunn(keydehunne), innebu huves-semťul'alîmÇalimu)”I Rabb’i onun duasını kabu! etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir. 35- “Summe bedâ lehum min ba'di mâ raevu l-âyâti le-yescununnehu hattâ hm(hmin)”I Sonunda (Aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü. 36- “Ve dehale me'ahus-sicnefeteyâni, kale ehaduhumâ inni eräni a՝siru hamrâ(hamren), ve kale l-âharu inni eräni ahmilufevka va’si hubzen te’kulu t-tayru minhu, nebbi 'nä bi-te’vilihi, innâ nerâke mine’l-muhsinîn(muhsinîne)’’ / Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: “Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm.” Diğeri de: “Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz.” dedi. Rabb’i onun duasını kabul etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. ÂYET
37-40. 183 37- “Kale lâ ye'tikumâ ta՛âmun turzekânihî illâ nebbe’tukumâ bi-te’vîlihi kable en ye’tiyekumâ, zâlikumâ mimmâ 'allemenî rabbi, inni teraktu millete kavmin lâyu’minûne billâhi
ve hum bi-l-âhiratihum kâfirûn(kâfirûne)’’ I (Yûsuf) dedi ki: “Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun tevilini mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabb’imin bana öğrettiği ilimlerdendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir. 38-
“Ve-tteba’tu millete âbâi ibrâhîme ve ishâka veya'kûb(ya՛ kûbe), mâ kâne lenâ en nu¡rike billâhi min ¡ey in, zâlike mín fadlillâhi 'aleynâ ve ՝alâ n-nâsi ve lâkinne eksere’n-nâsi lâ ye¡kurún(ye¡kurúne)” / Atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kûb’un dinine uydum. Bizim Allah’a ortak koşmamız olacak bir şey
değildir. İşte bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Lâkin insanların çoğu şükretmezler.” ЪЭ-'Ύά sahibeyi s-sicni e-erbâbun muteferrikûne hayrun emi’llâhu l-vâhıdu l-kahhâr(kahhâru)’’ I Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler mi daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz “Kahhâr” olan O Bir
Allah mı? 40- "Mâ ta'budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzela llâhu bihâ min sultân(sultânin), ini 4-hukmu illâ lillâh(liltâhi), emere ellâ ta budû illâ iyyâhu, zâlike d-dinu l-kayyimu ve lâkinne eksere’n-nâsi lâya lemûn(ya lemûne) l Allah ı bırakıp da başka taptığınız
şeyler, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında
herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Lâkin insanların çoğu bilmezler.
ÂYET 41-42. 41- ТЗ sahibeyis-sicni emmâ ehadukumâfe-yeskî rabbehu hamrâ(hamren), veemtnâ l-âharu fe-yuslebu fe-te’kulu t-tayru min re’sihi, kudiye l-emru llezîfîht testeftiyâm / Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asdacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir. 42- “Ve kăle li-llezî zanne ennehu nácin minhumâ zkurnî inde rabbikefe-ensâhu ¡-¡eytânu zikre rabbihi fe-lebise fi s-sicni bid'a sinîn(simne)” / Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: “Beni efendinin yanında an (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yûsuf)· birkaç sene daha zindanda kaldı. ÂYET 43-48. 203 43- “Ve kăle l-meliku inni eră seb'a bakarâtin simânin ye kuluhunne seb՛un icâfun ve seb'a sunbulâtin hudrin ve uharayâbisât(yâbisâtin), yâ eyyuhâ l-meleu eftûnifi ru’yâye in kuntum li-r-ru’yâ ta'burûn(ta’burûne)” l Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız. 44- “Kâlû adgâsu ahlâmfahlâmin), ve mâ nahnu bi-te’vîli l-ahlâmi bí-՝ âlimtnÇ âlimine) / (Yorumcular) dediler ki: “Bunlar karmakarışık hayaller, düşlerdir. Biz böyle düşlerin
tevilini bilenlerden değiliz.” 45- “Ve kale llezi necâ minhumâ ve-d-dekere bá՛de ümmetin ene unebbiukum bi-te’vilibi fe-ersilûni" I (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yûsuf’u) hatırlayarak dedi ki: “Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.” )6-“Yûsufu eyyuhâ s-stddîku eftinâ fi seb'i bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb'un icâfun ve seb՝i sunbulâtin hudrin ve ubareyâbisâtin, le՝alli erci՛и ilâ n-nâsi le'allehum ya՛lemûn(ya՛lemûne)”/ (Yûsuf’un yanına gelerek dedi ki:) “Ey Yûsuf, ey sıddîk (doğru sözlü) arkadaşım! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.” 47- “Kăle tezra'ûne seb'a sinine deebâ(deeben), fe-mâ hasadtum fe-zerûhu fi sunbulihî illâ katilen mimmâ te’kulûnfe’kulune)” / Yûsuf dedi ki: “Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız. 48- Summe ye ti min ba di zâlike seb un şidâdun ye’kulne mâ kaddemtunı lehunne illâ kalilen mimma tuhsinûn(tuhsinune) / Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.” 49- Summe yeti min ba'di zâlike âmun fîhi yuğâsu n-nâsu ve fihi ya'sırûnfya'strune)” ! Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve suyu ve yağ) sıkacaklar.
50- “Ve kale l-melikutűni bihî,fe-lemmâ câehu r-resûlu kale rei' ilâ rabbikefes’elhu mâ bálun nisveti llâtı katta ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbi bi-keydihinne 'alimÇalimun)” / (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: “Onu bana getirin!” Resûl/elçi, Yûsuf’a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: Efendine dön git de ona, ‘Ellerini kesen o kadınların hali neydi?’ diye sor. Şüphesiz, benim Rabb’im onların hilesini çok iyi bilir.” 51- “Kale mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe 'an nefsihî, kulne há¡e lillâhi mâ 'alimnâ aleyhi min suin, kálet imraetu l-azızi l-âne hashasa l-hakku ene râvedtuhu 'an nefsihî ve innehu le-mine s-sădik։n(sâdikine)” / (Kral kadınlara) dedi ki: “Yûsuf’un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?” Kadınlar, “Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik.” dediler. Aziz’in karısı da'dedi ki: “Şimdi hak olan gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyen ‘sadıkiyn’lerdendir.” 52- “Zâlike li-ya'leme enni lem ehunhu bī-l-ģaybi ve ennallâhe lâ yehdî keyde’lhâinîn(hâinine)”/ (Yûsuf dedi ki): “Bu, Aziz’in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir. 53- “Ve mâ uberriu nefsi, inne n-nefie le-emmâretun bi-s-sûi illâ mâ rakime rabbi, inne rabbi gafurun rahim(rahîmun)” / (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabb’im acıyıp korumuş başka. Şüphesiz, Rabb’im çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” 54- “Ve kale l-meliku’tûnî bihî estahlishu li-nefsî, fe-lemmâ kellemehu kale inneke
l-yevme ledeynâ mekînun emîn(eminun)’’ / Kral dedi ki: “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim.” Onunla konuşunca: “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.” dedi. 55 -“Kale e՛alni ՝alâ hazâini’l֊ard(ardı), inni hafizun 'alîm('alîmun)” / “Beni ülkenin hâzinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim.” dedi. 56- “Ve kezâlike mekkennâ li-yûsufe fi l-ard(ardt), yetebevveu minhâ haysu yefiu, nusîbu bi-rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecre’l-muhsinin(muhsinîne)”/ Ve böylece Yûsuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz. 57- “Ve le-ecrul-âhırati hayrun li-llezîne âmenû ve kânûyettekûn(yettekûne)‘4 îman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için âhiret mükâfatı daha hayırlıdır. ÂYET 58-66.251 58- “Ve câe ihvetuyûsufefe-dehalû 'aleyhife-'arafehum ve hum lehû munkirûn(munkirûne)” I Yûsuf’un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yûsuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı. 59- “Ve lemmâ cehhezehum bi-cehâzihim kâle’tûni bi-ahin lekum min ebikum, e-Ա terevne emi ûfî l-keyle ve ene hayru l-munzilîn(munzilîne)”l (Yûsuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim. 60- “Fe-in lem te’tûnî bihî fe-lâ keyle lekum indi ve lâ takrabûni” / Eğer onu bana getirmezseniz, artık
benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!”
61- “Kâlû se-nurâvidu 'anhu ebâhu ve inná Іе-fâ՛ilûn(fa ՝iltine) / Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız. 62- “Ve kale li-fityânihi’c'alû bidâatehumfi rihâlihim, le'allehumya'rifûnehâizâ nkalebû ilâ ehlihim lealkhumyerci՝ûn(yerci'ûne)’4 (Yûsuf) emrindeki gençlere dedi ki: “Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.” 63- “Fe-lemmâ race и ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ типі 'a minnâ l-keylufe-ersil те anâ ehânâ nektelve innâ lehû le-hâfizûn(hâftzûne) " / Babalarına döndüklerinde dediler ki: “Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız. 64- “Kale helâmenukum 'aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min kabl(kablu), fa-llâhu hayrun hâfizâ(hâfizen) ve huve erhamur-râhimîn(râhimîne)’’ I Ya’kûb dedi ki: Daha önce kardeşi (Yûsuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah’a emânet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.” 65- “Ve lemmâfetahû metâ'ahum vecedû bidâ'atehum ruddet ileyhim, kâlû yâ ebânâ mâ nebgî, hâzihî bidâ'atunâ ruddet ileynâ, ve nemíru ehlenâ ve nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle beîr(beîrin), zâlike keylunyesîrfyesirun)” / Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermayemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız.
Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir miktardır.” 66- “Kale len ursilehu me'akum hattâ tutûni mevsikan minallâhi le-te’tunnenî bihî illâ enyuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kala llâhu 'alâ mâ nekūlu vekil(vekílun)" / (Ya’kûb) dedi ki: “Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!” Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: “Söylediklerimize Allah şahittir.” ÂYET 67. 67- Ve kaleyâ beniyye lâ tedhulû min babin vâhidin ve-dhulû min ebvâbin muteferrikatin, ve mâ ugni 'ankum mina llâhi min ¡ey’in, ini l-hukmu illâ lillâh(lillâhi), 'aleyhi tevekkeltu ve ՛aleyhife-l-yetevekkeli l-mutevekkilûn(mutevekkilûne)”I Sonra şöyle dedi: “Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm, Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız Ona dayansınlar.” ÂYET 68-76. 279 68- “Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâneyuğnî anhum mina llâhi min ;ey m illâ hâcetenfi nefsi ya՝kûbe kadâhâ, ve innehû le-zû 'ilmin li֊mâ 'allemnâhu ve Minne eksere n-nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne)” / Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu
tedbir) Allah tan gelecek hiçbir şeyi onlardan sayamazdı, ancak Ya’kûb içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.
69- Ve lemmā dehalu aid yusufe âva ileyhi ehâhu, kūle inni eue ahûke fe-lâ tebteis bimâ kanu ya mekin (ya melune) l YusuPun yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve “Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme.” dedi. 70- “Fe-lemmâ cehhezehum bi-cehâzihim ceale s-sikâyete fi
rahli ahîhi, summe ezzene muezzinun eyyetuhâ l-îru innekum le-sârikün(sârikûne)’4 (Yûsuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrapayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: “Ey kafile! Siz hırsızsınız!” diye seslendi. 71- “Külü ve akbelû 'aleyhim mâzâ
tefiidûn(tefkidûne)“ I (YûsuPun kardeşleri) onlara dönerek: “Ne arıyorsunuz?” dediler. 72- “Külü nefktdusuvâ'a l-meliki veli-men câe bihihtmlu beîrin ve ene bihiza'im(za՛imun)’’ / Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) “Ben buna kefilim.” dedi.
73- ‘Kālu tallahi к-kad 'alimtum mâ ci'nâ li-nufiidefi l-ardı ve mâ kunná sârikmfsârikîne)’’ / “Allah’a and olsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz.” dediler. 74- “Külüfe-mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne)”l (YûsuPun adamları)
dediler ki: “Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?” 75- “Kâlû cezâuhu men vucidefi rahlihîfe-huve cezâuhu, kezâlike neczîz-zâlimîn(zâlimîne) ” / “Onun cezâsı, kayıp eşya kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız.” dediler. 76- “Fe-bedee
bi-ev'tyetihim kable vi 'ái ahîhi, summe stahracehà min vi 'ài ahîhi, kezâlike kidnâ li-yûsuf(yûsufe), mâ kâne li-
ye’huze ehâhufi dîni ’l-meliki, ԱԱ en yeşâallâhlyeşâallâhu), nerfe'u deracâtin men neşâu, vefevka kulli zî 'ilmin 'altmÇalîmun)" / Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah’ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. ÂYET 77-83 .301 77- “Kâlû in yesrtkfe-kad seraka ahun lehu min kabl(kablu), fe-eserrahâ yûsufu fi nefsihî ve lem yubdihâ lehum kale entum ¡errun mekâna (m ekân en), vallâhu a lemu bimâ tasifûn(tasifûne)”/ (Kardeşleri) dediler ki: “Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” Yûsuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah sizin anlattığınızı çok iyi bilir. 78- “Kâlûyâ eyyuhâ l-'azîzu inne lehû eben şeyhan kebîran fe-huz ehadenâ mekânehu, innâ nerâke mine’l-muhsinîn(muhsinîne)” i Dediler ki: “Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bîr babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.” 79- “Kale ma âza İlâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâ'anâ indehû inná ízen le-zâlimûn(zâlimûne)”/ Dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah’a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zâlimler oluruz! 80֊ “Fe lemmâ stey’esû minhu halasu neciyya(neciyyen), küle kebıruhum
e-lem ta lemu enne ebâkum kad ehaze 'aleykum mevsikan minallâht ve min kablu màferrattumfì
yûsuf(yûsufe), fe-len ebraha l-arda hattâye’zene li ebî evyahkuma llâhu lì ve huve hayru lhâkimîn(hâkimine) "/ Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır. 81- “Irci'û ilâ ebikurnfe-kûlûyâ ebânâ inne bnekeseraka, ve mâşehidnâ illâ bimâ 'alimnâ ve mâ kunná li-l-ģaybi hâfizîn(hâftzîne)”/ Babanıza dönün ve deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz. 82- “Ve-seli l-karyete ileti kunnáfî-hâ ve-l-îra ileti akbelnâfî-hâ, veinnâ le-sâdikûn(sâdikûne)" / (istersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.’” 83- “Kale bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe-sabrun cemil(cemîlun), ՝asâ llâhu en ye’tiyeni bihim cemi ՛â(cemi 'an), innehu huve Kalimu l-hakim(hakimu) / (Babaları) dedi ki: “Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” ÂYET 84-92.317 84- “Ve tevellâ ՝ânhum ve kaleyâ esefâ 'alâyûsufeve-byaddat 'aynâhu mine l-huznife-huve kezim(kezîmun)’’/ Onlardan yüz
çevirdi, “Ah Yûsuf’um ah!” diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz (perde) geldi. 85- “Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekūne haradan ev tekūne mine’lhâlikîn(hâlikîne) ”1 (Oğulları:) “Allah‘a and olsun ki sen hâlâ Yûsuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da
büsbütün helak olacaksın!” dediler. 86- “Kăleinnemâ eįkū bessi ve húzni ilâllâhi vea'lemu minallâhi mâlâ ta'lemún(ta'lemúne)” / (Ya kûb:) “Ben gam ve kederimi sadece Allaha arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum.” dedi. 87- “Yâ beniyyezhebûfe-
tehassesù min yûsufe veahîhi ve lâ tey’esû min ravhillâh(ravhillâhi), innehu lâyey’esu min ravhillâhi illâ l-kavmu l-kâfirûn(kâfirûne)’’l Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası, Allah'ın rahmetinden ümit
kesmez. 88 -“Fe-lemmâ dehalû 'aleyhi kâlû yâ eyyuhâ l-'azîzu messenâ ve ehlenâ d-durru ve ci nâ bi-bidâ atin muzcâtin fe-evfi lenâ l-keyle ve tesaddak 'aleynâ, innallâhe yeczî l-mutesaddikîn(mutesaddikine)’' / Yûsuf’un yanına girdiklerinde dediler ki: “Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz
değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.” Ю- Kalehel alımtum mâfe altum bi-yûsufe veahîhi izentum câhilûn(câhilûne)”/ Yûsuf dedi kı: ‘Sız câhilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor
musunuz?” 90- “Kâlû e-inneke le-enteyûsufiyûsufu), kale ene yûsufu ve hâzâ ahi kad mennä llâhu aleyna mnehu
menyettek, veyasbirfe-innallâhe lâyudi'u ecre l-muhsinîn(muhsinîney’ / Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?” dediler. O da, “(Evet) ben Yûsuf’um, bu da
kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse şüphesiz, Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez.” dedi. 91՜ Kālu tallahi le-kadasereke llahu aleynâ ve in kunná le-hâtıin(hâtıîne)’’ l (Kardeşleri) dediler ki: Allah a and olsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hatâya düşmüşüz.” 92- Kūle la tesrıbe aleykumu І-уеѵт(уеѵте), yagfiru llâhu lekum ve huve erhamu r-râhimin(râhimîne)”/ (Yûsuf) dedi ki: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” ÂYET 93-98.341 93- “Yezhebû bi-kamîsîhazâfe-elkühu 'ala vechi ebîye’ti basîrâ(basiran), ve-’tûnî bi-ehlikum ecma'în(ecma'ine)” I “Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin.” 94- “Vekmmâfasalati l-'îru kale ebûhum inni le-ecidu rihayûsufe lev la en tufennidûni" I Kafile (Mısır’dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere), “Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum!” dedi. 95- “Kālā tallâhi inneke le-fî dalâlike l-kadîm(kadîmi)” / (Onlar da,) “Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığındasın.” dediler. 96- “Fe-kmmâ en câe l-beįiru elkâhu 'alâ vechihife-rtedde basirâ(basiran), kale e-lem ekul lekum innia'lemu minallâhi mâ lâ ta'lemûn(ta՝lemûne) ”/ Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya’kûb) görür oldu. Ben size, “Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi!” dedi. 97- “Kāluyâ
ebânâstagfir lena zunûbenâ inná kunná hâtıîn(hâttîne)"l (Oğulları) dediler ki: “Ey babamız! (Allah’tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.” 98- “Kalesevfe estaģftru lekum rabbi, innehu huve l-gafûru r-rahim(rahîmu)’4 (Ya’kûb,) “Sizin için Rabb’imden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” dedi. ÂYET 99-105.361 99- “Fe-lemmâ dehalû 'alâ yûsufe âvâ ileyhi ebeveyhi ve kale dhulû mısra in şâallâhu âminin(âminine)” I (Hep beraber Mısır’a gidip) Yûsufun yanına girdikleri zaman, anababasını kucakladı, “Güven içinde Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin!” dedi. 100- “Ve rafea ebeveyhi 'alá l- 'arşı ve harrû lehu succedâ(succeden), ve kale yâ ebeti hâzâ te՛vilu ru’yâye min kablu kad ce'alehâ rabbi hakka (hakkan), ve kad ahsene bi iz ahracenî mine’s-sicni ve câe bikum mine’l-bedvi min ba'di en nezeģa ş-şeytânu beyni ve beyne ıhvetî, inne rabbi latifim li-mâ yeįau, innehu huve l- alimu l-hakim(hakımu) l Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yûsuf) dedi ki: “Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın tevilidir. Rabb’im onu hak olarak gerçekleştirdi. Doğrusu, Rabb im bana (çok şey) ihsanda bulundu. Beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabb im dilediğinelütfedicidir. Kuşkusuz O her şeyi çok iyi bilen Alîm’dir, hikmet sahibi Hakim dir.
101- “Rabbi kadâteytenî mine’l-mulki ve 'allemtenî min tevili’l-ehâdîs(ehâdisi), fáma s-semâvâti ve-l-ardt ente veliyyî.ft d-dunyâ ve-l-âhirati, tevejfenî muslimen ve elbıknî bi-s-sâlihtn(sâlihîne)” / “Ey Rabb’im! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların tevilini de öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahırette de benim sahibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat! 102- “Zâlike min enbâi 4-gaybi nûhîhi ileyke, ve mâ kunte ledeyhım ız ecma и emrehum ve humyemkurüniyemkurûne)” / İşte bu (Yûsuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin). 103- “Ve mâ ekserun-nâsi ve lev haraste bi-ти minîn(mu minine) / Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu îman edecek değillerdir. 104- “Ve mâ tes’eluhum 'aleyhi min ecr(ecrin), in huve illâ zikrun li-l-՝âlemîn( âlemine) / Halbuki sen bunun için (Nebîlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. O (Kuran), âlemler için ancak bir öğüttür. 105- “Ve keeyyin min âyetin fi s-semâvâti ve-l-ardt yemurrûne 'aleyhâ ve hum 'anhâ muridûn(muridûne)’’l Göklerde (semâvatta) ve yerde (arzda) nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. ÂYET 106-108.387 106- “Vemâyu’minu ekseruhum biltâhi illâ ve hum mu¡rikün(mu¡rikúne)”/ Onların çoğu, ancak ortak koşarak (şirkle) Allah’a îman ederler. 107- “E-fe-eminû en te’tiyehum ģâşiyetun
min 'azâbi llâhi ev te’tiyehumu s-sâ 'atu baģteten ve hum lâyeş'urûn{yeş'urûne)”l Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emin mi gördüler? 108- “Kul hâzihi sebili ed'û ilâllâhi 'alâ basiratin ene ve meni ttebe'ani, ve subhânallâhi ve mâ ene mine’l-mujrikin(mujrikine)”/ (Resulüm!) De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” ÂYET 109-111. . 109- Ve ma erselna min kabltke illâ ricâlen nuhı ileyhim min ehli’l-kurâ, e-fe-lem yesirû fi l-ardıfe-yanzurû keyfe kâne âkıbetu llezîne min kablihim, ve le-dâru l-âhirati hayrun li-llezîne ttekav, e-fe-la ta kılûn(ta kılûne)”! Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz ricallerden başkasını göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? 110- “Hattâ izâ stey’ese r-rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâfe-nucciye men neşâu, velâyureddu be’sunâ 'anil-kavmi l-mucrimin(mucrimine)”/ Nihayet resuller ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarım sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez. m-'Te-kadkânefi kasasihim ibratun li-
ulî’l-elbâb(elbâbi), mâ kâne hadisen yufterâ ve lakın tasdıka llezi beyne yedeyhi ve tafsile kulli şefin ve huden ve rahmeten li-kavmin
yuminün(yu’minüne)”l And olsun, onların (geçmiş nebí ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kuran) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (Bir Kitap’tır); îman eden toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir. Hz. Zeliha, Cenâb-ı Yûsuf’a Nasıl Zevce Oldu?. 408 Hile ve İmtihan Seferi Ya‘kûb ve Yûsuf’un (a.s.) Kıssası Hakkındadır. 421 KAYNAKÇA.427 GENEL DİZİN 431 |
adam_txt |
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ. 21 YÛSUF SÛRESİ. 23 Hz. Yûsuf’un Hayatı. 27 ÂYETİ.31 1- “Elif lâm râ tilke âyâtu’l-kitâhi’l-mubîn(mubîni)’’ I Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, sana apaçık kitabın âyetleridir! Elif, Lâm, Râ.32 Kitâb-ı Mübîn. 37 ÂYET 2-3.45 2- “İnnâ enzelnâhu kur’ânen 'arabiyyen le'allekum ta’ktlûn(tak։lûne)”l Biz onu akıl erdirebilesiniz diye, bir Kuran olmak üzere Arapça olarak indirdik. 3- “Nahnu nakussu 'aleyke ahsene’l-kasası bi-mâ evhaynâ ileyke hazâ Ί-kur’âne ve in kunte min kablihi le-mine’l-ğâfılin(ğâfıline)”/ Sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu. ÂYET 4. 53 4- “İz kâleyûsufu li-ebîhiyâ ebeti inni ra’eytu ehade ’a¡era kevkeben ve-į-įemse ve-l-kamere ra'eytuhum lì sâcidîn(sâcidîne)” / Bir vakit Yûsuf babasına,
“Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar, dedi. Rüya 57
ÂYET 5. :. 5 5- “Какya büneyye lâ taksus rü’yâke 'alá ihvetikefe-yekîdû leke keydâ inne ş-ş,eytâne li-linsani adüvvün mübin”/ Babası, Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar, çünkü şeytan, insana belli bir düşmandır. ÂYET .71 6- “Ve kezâlike yectebîke rabbüke veyu allimüke miti te vili l-ehâdisi veyütitnmü ni metehu 'aleyke ve 'alâ âliya kübe ke-mâ etemmehâ ՝alâ ebeveyke min kablü ibrahîme ve ishâk inne rabbeke 'аіітпп hakim"/ “İşte böyle. Rabb in seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kûb soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabb’in her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” dedi. el-Hakîm. 81 ÂYET 7-18. 89 7- “Le-kad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun li-s-sâilin(sâilîne) " / And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinde (almak) isteyenler için ibretler vardır. 8- “tzkdlû le-yûsufu ve ahûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbetun, inne ebânâ le-fi dalâlin mubin(mubînin)’’l (Kardeşleri) dediler ki: “Yûsuf’la kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz
kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanhşhk içindedir.” 9- “Uktulû yûsufe ev itrahûhu ardan yahlu lekům vechu ebîkum ve tekûnû min ba’dihi kavmen sâlihin(sâlihine)”/ (Aralarında dediler ki:) “Yûsuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!” 10- “Kale kâilun minhum lâ taktulûyûsufe ve elkûhufiğayâbeti’l-cubbiyeltekıthu ba'du s-seyyârati in kuntum fâ՛ilîn(fâ՛ilme)՝’! Onlardan biri, “Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün).” dedi. 11- Kālu yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ 'alâ yûsufe veinnâ lehu le-nâsıhûn(le-nâsıhûne)” I Dediler ki: Ey babamız! Sana ne oluyor da Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. 12՜ Ersilhu me ana filden yerta՝ ve yel'ab ve innâ lehu le-hâfizûn(le-hâfizûne)” / Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz.” 13- ‘Kale inni le-yahzununi en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehu z-zi ’bu ve entum anhu ğâfilûn(ğâfilûne) / (Babaları) dedi ki: “Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.” 14- Kālu le-m ekelehu z-zı’bu ve nahnu 'usbetun inná izén le-hâsirûn(le hâsirûne)”/ Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.”
15- "Fe-lemmā zehebû bibi ve ecme'û en yecalûhufi ğayâbeti’l-cubb(cubbi), ve evhaynâ ileyhi le-tu.nebbienn.ehum bi-emrihim buzu ve bum lâyefurûn(yefurüne)nl Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yûsufa, “And olsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin.” diye vahyettik. 16- Vecauebâhum ifién yebkunlyebkûne) / Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. 17- Kālu yâ ebânâ inna zebebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe 'inde metâ'ınâ fe-ekelebu z-zi'bu, ve mâ ente bi-mu’minin lenâ ve lev kunná sâdikîn(sâdik։ne)” I “Ey babamız!” dediler, “biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yûsufu eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.” 18- Ve câu alâ kamısıbî bi-demin kezib(kezibin), kale bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe-sabrun cemîl(cemîlun), vallâhu l-muste՝ânu 'alâ mâ tas։fûn(tastföne)”/ Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Ya’kûb) dedi ki: “Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah’tır.” ÂYET 19-21. 117 19- “Ve câet seyyâratun fe-erselû vâridehum fe-adlâ delvehu, kale yâ buşrâ hâzâ ģulām(ģufimun), ve eserrûhu bidâ'aten, vallâhu 'alîmun bi-mâya'melûnfya'melûne)”/ Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yûsuf’u görünce) “Müjde! İşte bir
oğlan!” dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. 20- “Vé şerevhu bi-semenin bahsin derâhime ma՝dûdetin, ve kânû fîhi mine’zzâhidm(zâhidine)”I (Kafile Mısır’a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi. 21- “Ve kale llezîfierâhu min mısra li-mraetibî ekrimî mesvâhu ՝asâ en yenfe'anâ ev nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li-yûsufe fi l-ardı ve li-nu'allimehu min te’vílľl-ehádis(ehádísi), vallâhu ğâlibun 'alâ emrihî ve lâkinne eksere’n-nâsi lâ ya՝lemun(ya՝lemune)”/ Mısır’da onu satın alan adam, karısına dedi ki: “Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.” İşte böylece (Mısır’da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yûsuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. ÂYET 22-29. 137 22- “Ve lemmā beleģa eşuddehû âteynâhu hükmen ve 'ilmâÇilmen), ve kezâlike neczî l~muhsmm(muhsin։ne)" I (Yûsuf erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız. 23- “Ve râvedethu ileti huvefi beytihâ an nefsihi ve ğalUkati Ч-ebvâbe ve kâlet hey te leke, kăle ma՝ âzallâhi innehû rabbí ahsene m esvây (mesvâıye), innehu lâyuflihu z-zalimûn(zâlimûne) I Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!”
dedi. O da “(Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz! dedi.
24- “Ve le-kadhemmet bihî ve hemme hihâ, lev là en ra â burhâne rabbihi, kezâlike li-nasrife 'anhus-sûe ve l-fahşâe, innehu min ibâdinâ l-muhlesîn(muhlesine)"l And olsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabb’inin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti, işte böylece biz, kötülük ve fuhşu
ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz, o ihlâslı kullarımızdandı. 25- “Ve-stebekâ l-bâbe vekaddetkamisahu min duburin veelfeyâseyyidehâ ledâ’l-bâb(bâbi), kakt mâ cezâu men erâde bi-ehlike sûen illâ enyuscene ev azâbun elîm(elîmun)”/ İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun
gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!” 26- “Kale hiye râvedetni an nefsi ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamisuhu kudde min kubuliņ
fe-sadakat ve huve mine’l-kâzibîn(kâzibine)”/ Yûsuf, “Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi.” dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, (Yûsuf) yalancılardandır.” 27- “Ve in kâne kamisuhu kudde min duburinfe-kezebet ve
huve mine’s-sâdikîn(sâdikine) ” / Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise (Yûsuf) doğru söyleyenlerdendir.” 28- “Fe-lemmâ ra’â kamisahu kudde min duburin kale innehu min keydikun(kunne), inne keydekunne 'azimÇazimun)”/ (Kocası, Yûsuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış
olduğunu görünce, (kadına): “Şüphesiz,” dedi; “bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.” 29-
“Yûsufu arıdan hâzâ ve-stagfirî li-zenbiki, inneki kunti mine'l-hâtıin(hâtıîne)’’l “Ey Yûsuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun.” ÂYET 30-33. 161 30- “Ve kale nisvetun fi l-medîneti mraetu’l-azîzi turâvidu fetâhâ an nefsihî, kadşegafehâ hubbâ(hubben), innâ le-nerâhâ fi dalâlin mubîn(mubînin)”! Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: “Aziz’in karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yûsuf’un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.” 31- 'Fe-lemmâ semiat bi-mekrihinne erselet ileyhinne ve a'tedet lehunne muttekeen ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâUti hruc aleyhinn(aleyhinne), fedemmâ raeynehû ekbernehu ve katta ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ (beşeren), in hâzâ illâ melekun kerîm(kerimun) / Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara davetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Onlardan her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yûsuf’a), “Çık karşılarına!” dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: “Hâşâ Rabb’imiz! Bu bir beşer değil. Bu ancak üstün bir melektir!” 32- Kâletfe-zâlikunne llezî lumtunnenifihi, ve lekad râvedtuhu an nefsihîfe-sta'sam(festa'same), vele-in lemyefalmââmuruhule-yuscenenne vek-yekûnen mine’s-sâğ։rin(sâğmne)" / Kadın dedi kı: işte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben Onun
nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. And olsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!”
33- Kale rabbi s-sicnu ebãbbu ileуує mimma yed' uneni ileyhi, ve illâ tasrif 'anni keydebunne asbu ileyhinne ve екип mine’l-câhilîn(câhilîne)’’l (Yûsuf:) “Rabb’im! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve câhillerden olurum!” dedi. ÂYET 34-36. 34- Fe-stecâbe lehu rabbuhûfe-sarafe anhu keydehunn(keydehunne), innebu huves-semťul'alîmÇalimu)”I Rabb’i onun duasını kabu! etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir. 35- “Summe bedâ lehum min ba'di mâ raevu l-âyâti le-yescununnehu hattâ hm(hmin)”I Sonunda (Aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü. 36- “Ve dehale me'ahus-sicnefeteyâni, kale ehaduhumâ inni eräni a՝siru hamrâ(hamren), ve kale l-âharu inni eräni ahmilufevka va’si hubzen te’kulu t-tayru minhu, nebbi 'nä bi-te’vilihi, innâ nerâke mine’l-muhsinîn(muhsinîne)’’ / Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: “Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm.” Diğeri de: “Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz.” dedi. Rabb’i onun duasını kabul etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. ÂYET
37-40. 183 37- “Kale lâ ye'tikumâ ta՛âmun turzekânihî illâ nebbe’tukumâ bi-te’vîlihi kable en ye’tiyekumâ, zâlikumâ mimmâ 'allemenî rabbi, inni teraktu millete kavmin lâyu’minûne billâhi
ve hum bi-l-âhiratihum kâfirûn(kâfirûne)’’ I (Yûsuf) dedi ki: “Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun tevilini mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabb’imin bana öğrettiği ilimlerdendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir. 38-
“Ve-tteba’tu millete âbâi ibrâhîme ve ishâka veya'kûb(ya՛ kûbe), mâ kâne lenâ en nu¡rike billâhi min ¡ey in, zâlike mín fadlillâhi 'aleynâ ve ՝alâ n-nâsi ve lâkinne eksere’n-nâsi lâ ye¡kurún(ye¡kurúne)” / Atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kûb’un dinine uydum. Bizim Allah’a ortak koşmamız olacak bir şey
değildir. İşte bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Lâkin insanların çoğu şükretmezler.” ЪЭ-'Ύά sahibeyi s-sicni e-erbâbun muteferrikûne hayrun emi’llâhu l-vâhıdu l-kahhâr(kahhâru)’’ I Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler mi daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz “Kahhâr” olan O Bir
Allah mı? 40- "Mâ ta'budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzela llâhu bihâ min sultân(sultânin), ini 4-hukmu illâ lillâh(liltâhi), emere ellâ ta budû illâ iyyâhu, zâlike d-dinu l-kayyimu ve lâkinne eksere’n-nâsi lâya lemûn(ya lemûne) l Allah ı bırakıp da başka taptığınız
şeyler, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında
herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Lâkin insanların çoğu bilmezler.
ÂYET 41-42. 41- ТЗ sahibeyis-sicni emmâ ehadukumâfe-yeskî rabbehu hamrâ(hamren), veemtnâ l-âharu fe-yuslebu fe-te’kulu t-tayru min re’sihi, kudiye l-emru llezîfîht testeftiyâm / Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asdacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir. 42- “Ve kăle li-llezî zanne ennehu nácin minhumâ zkurnî inde rabbikefe-ensâhu ¡-¡eytânu zikre rabbihi fe-lebise fi s-sicni bid'a sinîn(simne)” / Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: “Beni efendinin yanında an (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yûsuf)· birkaç sene daha zindanda kaldı. ÂYET 43-48. 203 43- “Ve kăle l-meliku inni eră seb'a bakarâtin simânin ye kuluhunne seb՛un icâfun ve seb'a sunbulâtin hudrin ve uharayâbisât(yâbisâtin), yâ eyyuhâ l-meleu eftûnifi ru’yâye in kuntum li-r-ru’yâ ta'burûn(ta’burûne)” l Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız. 44- “Kâlû adgâsu ahlâmfahlâmin), ve mâ nahnu bi-te’vîli l-ahlâmi bí-՝ âlimtnÇ âlimine) / (Yorumcular) dediler ki: “Bunlar karmakarışık hayaller, düşlerdir. Biz böyle düşlerin
tevilini bilenlerden değiliz.” 45- “Ve kale llezi necâ minhumâ ve-d-dekere bá՛de ümmetin ene unebbiukum bi-te’vilibi fe-ersilûni" I (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yûsuf’u) hatırlayarak dedi ki: “Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.” )6-“Yûsufu eyyuhâ s-stddîku eftinâ fi seb'i bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb'un icâfun ve seb՝i sunbulâtin hudrin ve ubareyâbisâtin, le՝alli erci՛и ilâ n-nâsi le'allehum ya՛lemûn(ya՛lemûne)”/ (Yûsuf’un yanına gelerek dedi ki:) “Ey Yûsuf, ey sıddîk (doğru sözlü) arkadaşım! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.” 47- “Kăle tezra'ûne seb'a sinine deebâ(deeben), fe-mâ hasadtum fe-zerûhu fi sunbulihî illâ katilen mimmâ te’kulûnfe’kulune)” / Yûsuf dedi ki: “Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız. 48- Summe ye ti min ba di zâlike seb un şidâdun ye’kulne mâ kaddemtunı lehunne illâ kalilen mimma tuhsinûn(tuhsinune) / Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.” 49- Summe yeti min ba'di zâlike âmun fîhi yuğâsu n-nâsu ve fihi ya'sırûnfya'strune)” ! Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve suyu ve yağ) sıkacaklar.
50- “Ve kale l-melikutűni bihî,fe-lemmâ câehu r-resûlu kale rei' ilâ rabbikefes’elhu mâ bálun nisveti llâtı katta ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbi bi-keydihinne 'alimÇalimun)” / (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: “Onu bana getirin!” Resûl/elçi, Yûsuf’a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: Efendine dön git de ona, ‘Ellerini kesen o kadınların hali neydi?’ diye sor. Şüphesiz, benim Rabb’im onların hilesini çok iyi bilir.” 51- “Kale mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe 'an nefsihî, kulne há¡e lillâhi mâ 'alimnâ aleyhi min suin, kálet imraetu l-azızi l-âne hashasa l-hakku ene râvedtuhu 'an nefsihî ve innehu le-mine s-sădik։n(sâdikine)” / (Kral kadınlara) dedi ki: “Yûsuf’un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?” Kadınlar, “Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik.” dediler. Aziz’in karısı da'dedi ki: “Şimdi hak olan gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyen ‘sadıkiyn’lerdendir.” 52- “Zâlike li-ya'leme enni lem ehunhu bī-l-ģaybi ve ennallâhe lâ yehdî keyde’lhâinîn(hâinine)”/ (Yûsuf dedi ki): “Bu, Aziz’in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir. 53- “Ve mâ uberriu nefsi, inne n-nefie le-emmâretun bi-s-sûi illâ mâ rakime rabbi, inne rabbi gafurun rahim(rahîmun)” / (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabb’im acıyıp korumuş başka. Şüphesiz, Rabb’im çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” 54- “Ve kale l-meliku’tûnî bihî estahlishu li-nefsî, fe-lemmâ kellemehu kale inneke
l-yevme ledeynâ mekînun emîn(eminun)’’ / Kral dedi ki: “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim.” Onunla konuşunca: “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.” dedi. 55 -“Kale e՛alni ՝alâ hazâini’l֊ard(ardı), inni hafizun 'alîm('alîmun)” / “Beni ülkenin hâzinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim.” dedi. 56- “Ve kezâlike mekkennâ li-yûsufe fi l-ard(ardt), yetebevveu minhâ haysu yefiu, nusîbu bi-rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecre’l-muhsinin(muhsinîne)”/ Ve böylece Yûsuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz. 57- “Ve le-ecrul-âhırati hayrun li-llezîne âmenû ve kânûyettekûn(yettekûne)‘4 îman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için âhiret mükâfatı daha hayırlıdır. ÂYET 58-66.251 58- “Ve câe ihvetuyûsufefe-dehalû 'aleyhife-'arafehum ve hum lehû munkirûn(munkirûne)” I Yûsuf’un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yûsuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı. 59- “Ve lemmâ cehhezehum bi-cehâzihim kâle’tûni bi-ahin lekum min ebikum, e-Ա terevne emi ûfî l-keyle ve ene hayru l-munzilîn(munzilîne)”l (Yûsuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim. 60- “Fe-in lem te’tûnî bihî fe-lâ keyle lekum indi ve lâ takrabûni” / Eğer onu bana getirmezseniz, artık
benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!”
61- “Kâlû se-nurâvidu 'anhu ebâhu ve inná Іе-fâ՛ilûn(fa ՝iltine) / Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız. 62- “Ve kale li-fityânihi’c'alû bidâatehumfi rihâlihim, le'allehumya'rifûnehâizâ nkalebû ilâ ehlihim lealkhumyerci՝ûn(yerci'ûne)’4 (Yûsuf) emrindeki gençlere dedi ki: “Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.” 63- “Fe-lemmâ race и ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ типі 'a minnâ l-keylufe-ersil те anâ ehânâ nektelve innâ lehû le-hâfizûn(hâftzûne) " / Babalarına döndüklerinde dediler ki: “Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız. 64- “Kale helâmenukum 'aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min kabl(kablu), fa-llâhu hayrun hâfizâ(hâfizen) ve huve erhamur-râhimîn(râhimîne)’’ I Ya’kûb dedi ki: Daha önce kardeşi (Yûsuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah’a emânet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.” 65- “Ve lemmâfetahû metâ'ahum vecedû bidâ'atehum ruddet ileyhim, kâlû yâ ebânâ mâ nebgî, hâzihî bidâ'atunâ ruddet ileynâ, ve nemíru ehlenâ ve nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle beîr(beîrin), zâlike keylunyesîrfyesirun)” / Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermayemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız.
Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir miktardır.” 66- “Kale len ursilehu me'akum hattâ tutûni mevsikan minallâhi le-te’tunnenî bihî illâ enyuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kala llâhu 'alâ mâ nekūlu vekil(vekílun)" / (Ya’kûb) dedi ki: “Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!” Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: “Söylediklerimize Allah şahittir.” ÂYET 67. 67- Ve kaleyâ beniyye lâ tedhulû min babin vâhidin ve-dhulû min ebvâbin muteferrikatin, ve mâ ugni 'ankum mina llâhi min ¡ey’in, ini l-hukmu illâ lillâh(lillâhi), 'aleyhi tevekkeltu ve ՛aleyhife-l-yetevekkeli l-mutevekkilûn(mutevekkilûne)”I Sonra şöyle dedi: “Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm, Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız Ona dayansınlar.” ÂYET 68-76. 279 68- “Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâneyuğnî anhum mina llâhi min ;ey m illâ hâcetenfi nefsi ya՝kûbe kadâhâ, ve innehû le-zû 'ilmin li֊mâ 'allemnâhu ve Minne eksere n-nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne)” / Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu
tedbir) Allah tan gelecek hiçbir şeyi onlardan sayamazdı, ancak Ya’kûb içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.
69- Ve lemmā dehalu aid yusufe âva ileyhi ehâhu, kūle inni eue ahûke fe-lâ tebteis bimâ kanu ya mekin (ya melune) l YusuPun yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve “Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme.” dedi. 70- “Fe-lemmâ cehhezehum bi-cehâzihim ceale s-sikâyete fi
rahli ahîhi, summe ezzene muezzinun eyyetuhâ l-îru innekum le-sârikün(sârikûne)’4 (Yûsuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrapayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: “Ey kafile! Siz hırsızsınız!” diye seslendi. 71- “Külü ve akbelû 'aleyhim mâzâ
tefiidûn(tefkidûne)“ I (YûsuPun kardeşleri) onlara dönerek: “Ne arıyorsunuz?” dediler. 72- “Külü nefktdusuvâ'a l-meliki veli-men câe bihihtmlu beîrin ve ene bihiza'im(za՛imun)’’ / Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) “Ben buna kefilim.” dedi.
73- ‘Kālu tallahi к-kad 'alimtum mâ ci'nâ li-nufiidefi l-ardı ve mâ kunná sârikmfsârikîne)’’ / “Allah’a and olsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz.” dediler. 74- “Külüfe-mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne)”l (YûsuPun adamları)
dediler ki: “Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?” 75- “Kâlû cezâuhu men vucidefi rahlihîfe-huve cezâuhu, kezâlike neczîz-zâlimîn(zâlimîne) ” / “Onun cezâsı, kayıp eşya kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız.” dediler. 76- “Fe-bedee
bi-ev'tyetihim kable vi 'ái ahîhi, summe stahracehà min vi 'ài ahîhi, kezâlike kidnâ li-yûsuf(yûsufe), mâ kâne li-
ye’huze ehâhufi dîni ’l-meliki, ԱԱ en yeşâallâhlyeşâallâhu), nerfe'u deracâtin men neşâu, vefevka kulli zî 'ilmin 'altmÇalîmun)" / Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah’ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. ÂYET 77-83 .301 77- “Kâlû in yesrtkfe-kad seraka ahun lehu min kabl(kablu), fe-eserrahâ yûsufu fi nefsihî ve lem yubdihâ lehum kale entum ¡errun mekâna (m ekân en), vallâhu a lemu bimâ tasifûn(tasifûne)”/ (Kardeşleri) dediler ki: “Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” Yûsuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah sizin anlattığınızı çok iyi bilir. 78- “Kâlûyâ eyyuhâ l-'azîzu inne lehû eben şeyhan kebîran fe-huz ehadenâ mekânehu, innâ nerâke mine’l-muhsinîn(muhsinîne)” i Dediler ki: “Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bîr babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.” 79- “Kale ma âza İlâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâ'anâ indehû inná ízen le-zâlimûn(zâlimûne)”/ Dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah’a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zâlimler oluruz! 80֊ “Fe lemmâ stey’esû minhu halasu neciyya(neciyyen), küle kebıruhum
e-lem ta lemu enne ebâkum kad ehaze 'aleykum mevsikan minallâht ve min kablu màferrattumfì
yûsuf(yûsufe), fe-len ebraha l-arda hattâye’zene li ebî evyahkuma llâhu lì ve huve hayru lhâkimîn(hâkimine) "/ Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır. 81- “Irci'û ilâ ebikurnfe-kûlûyâ ebânâ inne bnekeseraka, ve mâşehidnâ illâ bimâ 'alimnâ ve mâ kunná li-l-ģaybi hâfizîn(hâftzîne)”/ Babanıza dönün ve deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz. 82- “Ve-seli l-karyete ileti kunnáfî-hâ ve-l-îra ileti akbelnâfî-hâ, veinnâ le-sâdikûn(sâdikûne)" / (istersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.’” 83- “Kale bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe-sabrun cemil(cemîlun), ՝asâ llâhu en ye’tiyeni bihim cemi ՛â(cemi 'an), innehu huve Kalimu l-hakim(hakimu) / (Babaları) dedi ki: “Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” ÂYET 84-92.317 84- “Ve tevellâ ՝ânhum ve kaleyâ esefâ 'alâyûsufeve-byaddat 'aynâhu mine l-huznife-huve kezim(kezîmun)’’/ Onlardan yüz
çevirdi, “Ah Yûsuf’um ah!” diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz (perde) geldi. 85- “Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekūne haradan ev tekūne mine’lhâlikîn(hâlikîne) ”1 (Oğulları:) “Allah‘a and olsun ki sen hâlâ Yûsuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da
büsbütün helak olacaksın!” dediler. 86- “Kăleinnemâ eįkū bessi ve húzni ilâllâhi vea'lemu minallâhi mâlâ ta'lemún(ta'lemúne)” / (Ya kûb:) “Ben gam ve kederimi sadece Allaha arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum.” dedi. 87- “Yâ beniyyezhebûfe-
tehassesù min yûsufe veahîhi ve lâ tey’esû min ravhillâh(ravhillâhi), innehu lâyey’esu min ravhillâhi illâ l-kavmu l-kâfirûn(kâfirûne)’’l Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası, Allah'ın rahmetinden ümit
kesmez. 88 -“Fe-lemmâ dehalû 'aleyhi kâlû yâ eyyuhâ l-'azîzu messenâ ve ehlenâ d-durru ve ci nâ bi-bidâ atin muzcâtin fe-evfi lenâ l-keyle ve tesaddak 'aleynâ, innallâhe yeczî l-mutesaddikîn(mutesaddikine)’' / Yûsuf’un yanına girdiklerinde dediler ki: “Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz
değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.” Ю- Kalehel alımtum mâfe altum bi-yûsufe veahîhi izentum câhilûn(câhilûne)”/ Yûsuf dedi kı: ‘Sız câhilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor
musunuz?” 90- “Kâlû e-inneke le-enteyûsufiyûsufu), kale ene yûsufu ve hâzâ ahi kad mennä llâhu aleyna mnehu
menyettek, veyasbirfe-innallâhe lâyudi'u ecre l-muhsinîn(muhsinîney’ / Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?” dediler. O da, “(Evet) ben Yûsuf’um, bu da
kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse şüphesiz, Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez.” dedi. 91՜ Kālu tallahi le-kadasereke llahu aleynâ ve in kunná le-hâtıin(hâtıîne)’’ l (Kardeşleri) dediler ki: Allah a and olsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hatâya düşmüşüz.” 92- Kūle la tesrıbe aleykumu І-уеѵт(уеѵте), yagfiru llâhu lekum ve huve erhamu r-râhimin(râhimîne)”/ (Yûsuf) dedi ki: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” ÂYET 93-98.341 93- “Yezhebû bi-kamîsîhazâfe-elkühu 'ala vechi ebîye’ti basîrâ(basiran), ve-’tûnî bi-ehlikum ecma'în(ecma'ine)” I “Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin.” 94- “Vekmmâfasalati l-'îru kale ebûhum inni le-ecidu rihayûsufe lev la en tufennidûni" I Kafile (Mısır’dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere), “Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum!” dedi. 95- “Kālā tallâhi inneke le-fî dalâlike l-kadîm(kadîmi)” / (Onlar da,) “Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığındasın.” dediler. 96- “Fe-kmmâ en câe l-beįiru elkâhu 'alâ vechihife-rtedde basirâ(basiran), kale e-lem ekul lekum innia'lemu minallâhi mâ lâ ta'lemûn(ta՝lemûne) ”/ Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya’kûb) görür oldu. Ben size, “Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi!” dedi. 97- “Kāluyâ
ebânâstagfir lena zunûbenâ inná kunná hâtıîn(hâttîne)"l (Oğulları) dediler ki: “Ey babamız! (Allah’tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.” 98- “Kalesevfe estaģftru lekum rabbi, innehu huve l-gafûru r-rahim(rahîmu)’4 (Ya’kûb,) “Sizin için Rabb’imden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” dedi. ÂYET 99-105.361 99- “Fe-lemmâ dehalû 'alâ yûsufe âvâ ileyhi ebeveyhi ve kale dhulû mısra in şâallâhu âminin(âminine)” I (Hep beraber Mısır’a gidip) Yûsufun yanına girdikleri zaman, anababasını kucakladı, “Güven içinde Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin!” dedi. 100- “Ve rafea ebeveyhi 'alá l- 'arşı ve harrû lehu succedâ(succeden), ve kale yâ ebeti hâzâ te՛vilu ru’yâye min kablu kad ce'alehâ rabbi hakka (hakkan), ve kad ahsene bi iz ahracenî mine’s-sicni ve câe bikum mine’l-bedvi min ba'di en nezeģa ş-şeytânu beyni ve beyne ıhvetî, inne rabbi latifim li-mâ yeįau, innehu huve l- alimu l-hakim(hakımu) l Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yûsuf) dedi ki: “Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın tevilidir. Rabb’im onu hak olarak gerçekleştirdi. Doğrusu, Rabb im bana (çok şey) ihsanda bulundu. Beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabb im dilediğinelütfedicidir. Kuşkusuz O her şeyi çok iyi bilen Alîm’dir, hikmet sahibi Hakim dir.
101- “Rabbi kadâteytenî mine’l-mulki ve 'allemtenî min tevili’l-ehâdîs(ehâdisi), fáma s-semâvâti ve-l-ardt ente veliyyî.ft d-dunyâ ve-l-âhirati, tevejfenî muslimen ve elbıknî bi-s-sâlihtn(sâlihîne)” / “Ey Rabb’im! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların tevilini de öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahırette de benim sahibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat! 102- “Zâlike min enbâi 4-gaybi nûhîhi ileyke, ve mâ kunte ledeyhım ız ecma и emrehum ve humyemkurüniyemkurûne)” / İşte bu (Yûsuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin). 103- “Ve mâ ekserun-nâsi ve lev haraste bi-ти minîn(mu minine) / Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu îman edecek değillerdir. 104- “Ve mâ tes’eluhum 'aleyhi min ecr(ecrin), in huve illâ zikrun li-l-՝âlemîn( âlemine) / Halbuki sen bunun için (Nebîlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. O (Kuran), âlemler için ancak bir öğüttür. 105- “Ve keeyyin min âyetin fi s-semâvâti ve-l-ardt yemurrûne 'aleyhâ ve hum 'anhâ muridûn(muridûne)’’l Göklerde (semâvatta) ve yerde (arzda) nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. ÂYET 106-108.387 106- “Vemâyu’minu ekseruhum biltâhi illâ ve hum mu¡rikün(mu¡rikúne)”/ Onların çoğu, ancak ortak koşarak (şirkle) Allah’a îman ederler. 107- “E-fe-eminû en te’tiyehum ģâşiyetun
min 'azâbi llâhi ev te’tiyehumu s-sâ 'atu baģteten ve hum lâyeş'urûn{yeş'urûne)”l Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emin mi gördüler? 108- “Kul hâzihi sebili ed'û ilâllâhi 'alâ basiratin ene ve meni ttebe'ani, ve subhânallâhi ve mâ ene mine’l-mujrikin(mujrikine)”/ (Resulüm!) De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” ÂYET 109-111. . 109- Ve ma erselna min kabltke illâ ricâlen nuhı ileyhim min ehli’l-kurâ, e-fe-lem yesirû fi l-ardıfe-yanzurû keyfe kâne âkıbetu llezîne min kablihim, ve le-dâru l-âhirati hayrun li-llezîne ttekav, e-fe-la ta kılûn(ta kılûne)”! Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz ricallerden başkasını göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? 110- “Hattâ izâ stey’ese r-rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâfe-nucciye men neşâu, velâyureddu be’sunâ 'anil-kavmi l-mucrimin(mucrimine)”/ Nihayet resuller ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarım sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez. m-'Te-kadkânefi kasasihim ibratun li-
ulî’l-elbâb(elbâbi), mâ kâne hadisen yufterâ ve lakın tasdıka llezi beyne yedeyhi ve tafsile kulli şefin ve huden ve rahmeten li-kavmin
yuminün(yu’minüne)”l And olsun, onların (geçmiş nebí ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kuran) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (Bir Kitap’tır); îman eden toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir. Hz. Zeliha, Cenâb-ı Yûsuf’a Nasıl Zevce Oldu?. 408 Hile ve İmtihan Seferi Ya‘kûb ve Yûsuf’un (a.s.) Kıssası Hakkındadır. 421 KAYNAKÇA.427 GENEL DİZİN 431 |
any_adam_object | 1 |
any_adam_object_boolean | 1 |
author | Sargut, Cemalnur 1952- |
author_GND | (DE-588)1247014487 |
author_facet | Sargut, Cemalnur 1952- |
author_role | aut |
author_sort | Sargut, Cemalnur 1952- |
author_variant | c s cs |
building | Verbundindex |
bvnumber | BV047633095 |
classification_rvk | BE 8611 |
ctrlnum | (OCoLC)1298746468 (DE-599)BVBBV047633095 |
discipline | Theologie / Religionswissenschaften |
discipline_str_mv | Theologie / Religionswissenschaften |
edition | 3. baskı |
format | Book |
fullrecord | <?xml version="1.0" encoding="UTF-8"?><collection xmlns="http://www.loc.gov/MARC21/slim"><record><leader>00000nam a2200000 c 4500</leader><controlfield tag="001">BV047633095</controlfield><controlfield tag="003">DE-604</controlfield><controlfield tag="005">20220120</controlfield><controlfield tag="007">t</controlfield><controlfield tag="008">211209s2021 |||| 00||| tur d</controlfield><datafield tag="020" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">9786059901697</subfield><subfield code="9">978-605-9901-69-7</subfield></datafield><datafield tag="035" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">(OCoLC)1298746468</subfield></datafield><datafield tag="035" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">(DE-599)BVBBV047633095</subfield></datafield><datafield tag="040" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">DE-604</subfield><subfield code="b">ger</subfield><subfield code="e">rda</subfield></datafield><datafield tag="041" ind1="0" ind2=" "><subfield code="a">tur</subfield></datafield><datafield tag="049" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">DE-473</subfield><subfield code="a">DE-11</subfield></datafield><datafield tag="084" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">BE 8611</subfield><subfield code="0">(DE-625)10777:</subfield><subfield code="2">rvk</subfield></datafield><datafield tag="100" ind1="1" ind2=" "><subfield code="a">Sargut, Cemalnur</subfield><subfield code="d">1952-</subfield><subfield code="e">Verfasser</subfield><subfield code="0">(DE-588)1247014487</subfield><subfield code="4">aut</subfield></datafield><datafield tag="245" ind1="1" ind2="0"><subfield code="a">Yûsuf sûresi</subfield><subfield code="b">aşkın hikâyesi</subfield><subfield code="c">derleyen Cemâlnur Sargut</subfield></datafield><datafield tag="246" ind1="1" ind2="3"><subfield code="a">Aşkın hikâyesi</subfield></datafield><datafield tag="250" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">3. baskı</subfield></datafield><datafield tag="264" ind1=" " ind2="1"><subfield code="a">İstanbul</subfield><subfield code="b">Nefes Yayınları</subfield><subfield code="c">Şubat 2021</subfield></datafield><datafield tag="300" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">438 Seiten</subfield></datafield><datafield tag="336" ind1=" " ind2=" "><subfield code="b">txt</subfield><subfield code="2">rdacontent</subfield></datafield><datafield tag="337" ind1=" " ind2=" "><subfield code="b">n</subfield><subfield code="2">rdamedia</subfield></datafield><datafield tag="338" ind1=" " ind2=" "><subfield code="b">nc</subfield><subfield code="2">rdacarrier</subfield></datafield><datafield tag="490" ind1="0" ind2=" "><subfield code="a">Kur'ân-ı Kerîm Çalışmaları serisi</subfield></datafield><datafield tag="500" ind1=" " ind2=" "><subfield code="a">Literaturverzeichnis Seite [427]-430</subfield></datafield><datafield tag="630" ind1="0" ind2="7"><subfield code="a">Koran</subfield><subfield code="p">Sure Yūsuf</subfield><subfield code="0">(DE-588)4462771-3</subfield><subfield code="2">gnd</subfield><subfield code="9">rswk-swf</subfield></datafield><datafield tag="689" ind1="0" ind2="0"><subfield code="a">Koran</subfield><subfield code="p">Sure Yūsuf</subfield><subfield code="0">(DE-588)4462771-3</subfield><subfield code="D">u</subfield></datafield><datafield tag="689" ind1="0" ind2=" "><subfield code="5">DE-604</subfield></datafield><datafield tag="856" ind1="4" ind2="2"><subfield code="m">Digitalisierung UB Bamberg - ADAM Catalogue Enrichment</subfield><subfield code="q">application/pdf</subfield><subfield code="u">http://bvbr.bib-bvb.de:8991/F?func=service&doc_library=BVB01&local_base=BVB01&doc_number=033017439&sequence=000001&line_number=0001&func_code=DB_RECORDS&service_type=MEDIA</subfield><subfield code="3">Inhaltsverzeichnis</subfield></datafield><datafield tag="943" ind1="1" ind2=" "><subfield code="a">oai:aleph.bib-bvb.de:BVB01-033017439</subfield></datafield></record></collection> |
id | DE-604.BV047633095 |
illustrated | Not Illustrated |
index_date | 2024-07-03T18:45:58Z |
indexdate | 2024-11-05T17:04:44Z |
institution | BVB |
isbn | 9786059901697 |
language | Turkish |
oai_aleph_id | oai:aleph.bib-bvb.de:BVB01-033017439 |
oclc_num | 1298746468 |
open_access_boolean | |
owner | DE-473 DE-BY-UBG DE-11 |
owner_facet | DE-473 DE-BY-UBG DE-11 |
physical | 438 Seiten |
publishDate | 2021 |
publishDateSearch | 2021 |
publishDateSort | 2021 |
publisher | Nefes Yayınları |
record_format | marc |
series2 | Kur'ân-ı Kerîm Çalışmaları serisi |
spelling | Sargut, Cemalnur 1952- Verfasser (DE-588)1247014487 aut Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi derleyen Cemâlnur Sargut Aşkın hikâyesi 3. baskı İstanbul Nefes Yayınları Şubat 2021 438 Seiten txt rdacontent n rdamedia nc rdacarrier Kur'ân-ı Kerîm Çalışmaları serisi Literaturverzeichnis Seite [427]-430 Koran Sure Yūsuf (DE-588)4462771-3 gnd rswk-swf Koran Sure Yūsuf (DE-588)4462771-3 u DE-604 Digitalisierung UB Bamberg - ADAM Catalogue Enrichment application/pdf http://bvbr.bib-bvb.de:8991/F?func=service&doc_library=BVB01&local_base=BVB01&doc_number=033017439&sequence=000001&line_number=0001&func_code=DB_RECORDS&service_type=MEDIA Inhaltsverzeichnis |
spellingShingle | Sargut, Cemalnur 1952- Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi Koran Sure Yūsuf (DE-588)4462771-3 gnd |
subject_GND | (DE-588)4462771-3 |
title | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi |
title_alt | Aşkın hikâyesi |
title_auth | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi |
title_exact_search | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi |
title_exact_search_txtP | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi |
title_full | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi derleyen Cemâlnur Sargut |
title_fullStr | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi derleyen Cemâlnur Sargut |
title_full_unstemmed | Yûsuf sûresi aşkın hikâyesi derleyen Cemâlnur Sargut |
title_short | Yûsuf sûresi |
title_sort | yusuf suresi askın hikayesi |
title_sub | aşkın hikâyesi |
topic | Koran Sure Yūsuf (DE-588)4462771-3 gnd |
topic_facet | Koran Sure Yūsuf |
url | http://bvbr.bib-bvb.de:8991/F?func=service&doc_library=BVB01&local_base=BVB01&doc_number=033017439&sequence=000001&line_number=0001&func_code=DB_RECORDS&service_type=MEDIA |
work_keys_str_mv | AT sargutcemalnur yusufsuresiaskınhikayesi AT sargutcemalnur askınhikayesi |